Azra KOHEN'e ve Kitaplarına Dair
Siz bu yazıyı okumaya başlamadan önce belirtmek isterim ki ben sadece bir okurum ve birazdan okuyacağınız her şey tamamen kişisel görüşlerimden oluşmaktadır. İyi okumalar dilerim.
Adını muhtemelen duymuş olduğunuzu tahmin ettiğim yazar Azra Kohen'i blogumuzun ilk inceleme yazısı olarak masaya yatırmak istedim. Bu serüvene önce yazarın kendisini tanıtarak başlamak isterdim ancak internet üzerinde hakkında yeterince bilgi mevcut. Ben kitaplarına dair görüşlerimi naçizane buraya not düşmek istiyorum.
Hakkında çok fazla şey yazılıp çizildi Azra Kohen'in. Bu yazılıp çizilenlerin arasında iyi söylemler olduğu kadar kendisine yöneltilen negatif eleştiriler de bir hayli mevcut. Niyetim bu söylemlerin doğruluğunu veya yanlışlığını savunmak değil. Dürüst olmak gerekirse de yazarın kendisinden çok yazdıkları ve konuştuklarıyla ilgilenmeyi tercih ettim zamanında. Hatta kendisiyle internet üzerinden ufak bir *röportaj dahi yaptım. (Yazının sonuna ekleyeceğim.)
Fİ-Çİ-Pİ serisiyle başlamak istiyorum. Muhtemelen bu seriyi okuyan kişi sayısı izleyen kişi sayısından azdır. Nitekim yazarın hedefi de buydu. Daha fazla kitleye ulaşmak. Bu noktada başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu etki kitaplara yansımış mıdır bilmiyorum ama kendisinin ve kitaplarının adının daha fazla duyulduğuna eminim.
Çok klişe bir kitap Fi. Karakterlerden tutun da o karakterlerin isimlerine varana kadar pek de farklı bir olayı yok. 600 sayfalık bir kitap okuyorsunuz ama 200 sayfalıkmış hissiyatı veriyor. Biraz felsefeyle, biraz varoluş meseleleriyle biraz içinde yaşadığımız sistemle ve de cinsellikle harmanlanmış ve ortaya Fi çıkmış.
Bu FiÇiPi üçlemesini bir kompozisyon gibi düşünmek gerek. Fi kompozisyonun girişi, Çi gelişmesi, Pi de sonucu. Resmin geneline baktığınızda Fi çekilebilir bir kitap olabilir ama tek başına incelersek eksik bir kitap. Kitapta beni asla tatmin etmeyen noktalar mevcuttu. Mesela kitaptaki tüm karakterlerin isimlerinin kombinasyonları o kadar da samimi değil. Bütün karakterler her şeyi en uç noktalarda yaşıyorlar. Mücadele veriyorlar en uçta bir mücadele, birileriyle sohbet ediyorlar en uçta bir sohbet, sex yapıyorlar en uçta bir sex. Denebilir ki, ne güzel işte her şeyin doruğundalar. Ama hayır. Herkesin her şeyi çözmüş gibi anlatılması fikrimce okuyucuya pek yorum hakkı sunmamış.
Fi-Çi-Pi serisinin diziye çevrildiği herkesçe duyulmuştur. Peki Fi-Çi-Pi'nin İtalyanca' ya çevrildiği biliyor muydunuz?
Çi, Fi’den sonra o kadar iyi geldi ki… Fi o kadar yüzeysel bir kitaptı ki bütün karakterlerin kendi kuyusuna çekilmesini okumak gerçekten dinginlik dolu bir deneyimdi. Yine Çi'nin kendi içeresinde de fikrimce eksiklikleri mevcuttu ancak sayfa sayısı az olduğundan ve yazım dili zorlayıcı olmadığından kendini okuttu diyebilirim.
'Eğitmediğimiz, hor gördüğümüz, yardım etmediğimiz herkesi bir gün karşımızda göreceğiz... Üstelik ellerinde silahlarla.'
Pi ise, olayın artık sadede geldiği, yolculuğun son durağı. Fi'den hiç haz etmedim, Çi benim için geçiş kitabıydı ancak Pi bu seride yerini diğerlerine göre ayrı tuttuğum bir kitap oldu.
Pi gürültülü her şeyden arındırılmış bir kitap. Fi'de buram buram kokan yapmacık cinsellik yoktu mesela. Takıntılı ve buhranlı karakterler artık büyümüş ve hepsi kendi yolunun yolcusu olmuş. Yani artık herkes taşı gediğine koymaya başlamıştı.
Yazar, Pi'ye bu kadar yüklenmeyip, anlatmak istediklerini biraz daha Çi ve Fi'ye serpseymiş bence ilk iki kitap daha okunası eserler olurdu. Zaten kendisi Fi ve Çi kitapları tuzak olarak tanımlamış ki yerinde bir tanımlama olmuş. Zira birçok okurda bu Fi tuzağına düşmüş. Ama Pi'nin daha farklı bir kitap olduğunu ilk iki kitabı sevmemiş bir okur olarak gönül rahatlığıyla dile getirebilirim. Bu noktada serinin yazım diline de değinmek istiyorum. Dil açısından okunması zor kitaplar değiller. Ancak bu Fi-Çi-Pi serisinde yazarın okura çok direten, çok cafcaflı bir dil kullandığını okurken çok hissettim.
'Niye doğar insan? Niye var olur? Cevap, ancak düşününce, hayatı aralıksız analiz etmeye başlayınca kendini gösteriyor. En güzel tarafı da bu cevabın herkes için farklı olması. Senin cevabın bana uymuyor, benimkisi de sana. Hepimiz burada en iyi yaptığımız şeyi birlikte yapabilmek için toplandık. Ve Hayır! Dans ederek kurtarmayacağız dünyayı. Dans, müzik, resim, heykel… ne kadar da gereksiz aslında, çünkü hayatta kalmak için hiçbirine ihtiyacı yok insanın. Aslında gelişmek ve kendini gerçekleştirmek için gerekli. İnsan hayatta kalabilmenin çok ötesinde, gelişmek, kendini aşmak için var edilmiş bir varlık. Sanat bu yüzden var, kişiyi yola çıkarmak için. İnsana varoluşun ilhamını yükleyip insanın kendi potansiyelini keşfeden bir organizmaya dönüşmesinde yardımcı olmak için. Sanat canınızı kurtarmaz ama kesinlikle varoluşunuzu kurtarır, sizi yaşarken ölmekten kurtarır.'
Uzun lafın kısası, edebiyat kaygısı olmadan okumak gerek Fi-Çi-Pi'yi. Bir kere de nasıl anlatıldığıyla değil ne anlatıldığıyla ilgilenmek gerek. İnanın bana Pi harikulade bir kitaptı diyemem ama iyi ki Pi’yi okumuş, iyi ki bu yolculuğa devam etmişim derim. Bu seri herkesin ihtiyacına cevap vermeyebilir, aynı bana Fi'de olduğu gibi. Zaten okumanız gerekirse bir gün mutlaka yolunuz kesişecektir.
Biz gelelim benim favori kitabım, Aeden'e....
Eğer edebi değeri yüksek bir kitap okumak istiyorsanız bu kitap kesinlikle ve kesinlikle yanlış bir seçim olur. Kitabın eksiklikleri var mı? Elbette. Bu eksiklikler okurken beni yer yer yordu mu? Evet. Kurgu olarak beni tatmin etmeyen noktalar oldu mu? Evet. Yine de ben bu kitabı sevdim. Çünkü yazarın elindeki malzeme güzel ve bu malzeme benim inanılmaz bir şekilde ilgi alanıma tam on ikiden atış yapıyor. Farkındalık. Özü değiştirilmiş Dünyamız. Beslenme. Sistem. Normal olmaması gerek normal hayatlarımız ve daha nicesi.
Aslında her birimizin bildiği, duyduğu şeyler ama okurken yüzleşmek bambaşka bir duygu.
Yazarı bir noktada takdir etmek gerek çünkü -az veya çok kısmıyla ilgilenmeden- bildiği, öğrendiği her şeyi insanlara kitaplar yoluyla anlatması ve okuyan herkesi öğrenmeye davet etmesi bence çok güzel bir davranış. Bu hususta bazı eleştiriler okudum. Buna ithafen şunu söylemek istiyorum ki; yazarın yazdığı düşünceleri savunmuyor olabiliriz ya da kesinlikle uydurduğun düşünebilirsiniz. Ancak bu noktada yapılması gereken yazarı (tabir-i caizse) taşlamak değil, daha iyisini öğrenene dek araştırmak olmalı. Katıldığımız ve katılmadığımız her düşüncede kıvılcımı alalım ve kendi yolumuza devam edelim.
Tekrar kitaba dönecek olursam, Numi ve Sonje benim unutamayacağım ve tipik davranışlarla aslında benim kişiliğime teğet geçen tipler. Belki de bu yüzden her şeye rağmen bu kitaba favorim diyebiliyorum.
'Neyi, niye, nasıl merak ettiğine dikkat et. Evren, merakla harekete geçer, düşünceyle genişler, korkuyla küçülür,analizle büyür, yargıyla son bulur. Merak ettiğin her şey senin kim olacağına yön verir. '
İmza gününde de kendisiyle tanıştım, dünya tatlısı bir insan. Ancak tüm bu iltifatlarımı yazarlığı için söyleyemeyeceğim. Elbette kendisine katılmadığım noktalar her kitabında mevcut. Yazım dilini ve kitaplarının edebi kalitesine dair düşüncelerimi zaten belirttim. Ama söz konusu Azra Kohen olduğunda artık bu noktalara takılmamayı tercih ettim. Yine de Azra Kohen’e bana yeni şeyler öğrettiği için, bazı konularda cesaretimi arttırdığı için, bazı şeyleri daha iyi anlamama vesile olduğu için, bir bütünün parçası olduğumu bana hatırlattığı için, en güzeli daha fazlasını öğrenmeye beni teşvik ettiği için teşekkürü borç bilirim.
Ve yazarın çıkmış son kitabı Gör Beni...
Gör Beni sindirerek okumak zorunda kaldığım bir kitap oldu. Çünkü hiçbir bilgimin olmadığı konulardan oluşan bir kitap.Bilgim olan bir konusu olmadığından kafamda oturtması biraz değil bir hayli zor oldu. Hatta bazı kısımlar satırlardan ibaret kaldı.
Kohen'in diğer kitaplarına kıyasla oldukça sade bir kitap olmuş. Yazar bu kitapta gardını biraz indirmiş. Elbette mantık hataları vardı. Birleştiremediğim parçalar, yavan bulduğum sayfalar da oldu. Ama genel olarak -önceki kitapların yazım tekniklerine kıyasla- Gör Beni de fena değildi.
Tarih ve Din üzerine okuma yapıyoruz bu kitapta. İşte kitabın en güzel noktası burada başlıyor. Sadece Müslümanlığı ya da Türk Tarihini değil, Dünya Tarihini ve Dünya Dinlerini okuyoruz. Yolda duysam inanmayacağım şeyler okudum ki o bilgilerin peşine düşmek ve doğruluklarını kendimin keşfetmesi farz oldu. Mesela ilk kurulan medeniyetin Sümerler ya da Mezopotamya değil de Hintlilerin olduğumu öğrenmek beni biraz duraklattı. Ya da İsa'nın bir Yahudi olduğunu öğrenmem ve daha nicesi... Böyle bunları kuru kuru yazmak çok duygulu gelmiyor ama hikayenin içinde o bilgilere ulaşmak kesinlikle daha etkili.
Selim ve Ülkü’ye gelirsek yaşadıkları aşkı tam dozunda okuduğumuzu düşünüyorum. Olayı cinselliğe indirgemeden, aşk duygusunun gerçekten içini doldurarak kaleme alabilmiş yazar bu sefer.
Bu kitapta çok net bir şekilde yazarın yazarlığının gerçekten gelişme kaydettiği hissettim. Yazarın ilk kitabı olan Fi-Çi ve Pi’nin yazım tarzlarını düşünüyorum da ‘Arada fark yok.’ demek haksızlık olur. Her şeyden önce farklı bir kurgusu vardı. Fi-Çi-Pi çok fazla hayal dünyası ile yazılmış bir seriydi. Aeden başka bir gezegende başlayan ve Dünya’da olması gerekenlerle biten, ideal dünyanın bir ürünüydü. Ama Gör Beni ayakları kanlı canlı yere basan, çok fazla gürültü içermeyen bir kitaptı. Ayaklarınızı yerden kesen bir kitap değildi. Tam tersine havadaki ayakları yere indirip, neler olduğunu apaçık gösteren bir kitaptı. Tabi ki yazarın her ince ayrıntıyı derinlemesine yazıya dökme ve bu döküntüleri devrik cümlelerle yazma olayı devam etmiş ama daha önce bu yazarın 4 tane kitabını okumuş birisi olarak o kadar da gözüme batmıyor artık.
* (Yazarla yaptığım röportaj bir ödevin konusuna adanmış olduğundan kesitli kısımlarını okumak isteyenler için yukarıda da belirttiğim gibi not düşüyorum.)
E: Mutluluğa giden ilk ve en önemli yol üretim midir yoksa üretim bu yolda bunlardan bir tanesi midir?
Azra Kohen: Doğaya yakın olabilmek, bir can beslemenin huzuru, sağlıklı yaşayabilmek ve üretmek. Bütün bunlar aslında günlük hayatın koşuşturmasında değerlerini unuttuğumuz mutluluk kaynakları. Mutluluk aynı zamanda göreceli bir kavram, herkesin mutluluk anlayışı farklı. Bu yüzden mutlu olabilmek için önce birey kendini tanımalı, ben kimim sorusuna cevap verebilmeli ve kendi hayatında onu mutlu ve tatmin edebilecek şeylere yönelmeli. Ama Fi'de bahsettiğim gibi, mutluluk peşinde koşulan bir kavram olmamalı. Her duygu insanlar için ve ne kadar geniş bir duygu yelpazesinde varlığımızı deneyimlersek; o kadar gelişiriz.
E: Türkiye'de kitap okuma oranın neden bu kadar az?
Azra Kohen: Okumak bir alışkanlık ve her alışkanlık gibi küçük yaşta edinildiği zaman kalıcı oluyor. Beynimizi nasıl eğittiğimiz ile ilgili. Bilgi tüketimi için daha kolay olan şeyleri seçiyoruz. Örneğin televizyon izleme oranları daha fazla ülkemizde. Halen gelişmekte olan bir ülke olduğumuzdan ailelerimiz geçim problemleri ile uğraşırken çocuklarımızın eğitimiyle nasıl daha kaliteli bir biçimde ilgilenecekleri üzerinde düşünemiyorlar. Dolayısıyla kitap okuma alışkanlığını da küçük yaşta edinmemiz zorlaşıyor. Bunun değişmesi için gelecek nesilden ümitliyim.
E: Hayatta tam anlamıyla var olmanın en önemli koşulu, en önemli adımı nedir?
Azra Kohen: Kim olduğunu bilmek ve her koşulda kendin olmak!
E: Biz öğrencilere şiddetle tavsiye edebileceğiniz bir kitap veya belgesel var mı?
Azra Kohen: Kitap olarak Ayn Rand, Hayatın Kaynağı ve belgesel: Merchants of Doubt.
E: Son olarak bir öğrencilere tek bir şey söylemek isterseniz bu ne olurdu?
Azra Kohen: Çabada olun, ne olursa olsun inandığınız şeyleri yapmak için pes etmeyin!
Bu röportajın gerçekleşmesine vesile olan Nathalie Barki'ye teşekkür ederim.
Bu incelemeyi okumayı tercih ettiğiniz için size de teşekkür ederim. Azra Kohen'in parolasıyla, Hayata katkımız olsun!
Elif.







Yorumlar
Yorum Gönder